17 Ağustos 2009 Pazartesi

Vicdan, Hafıza, Unutmak , Belki De Unutamamak

Vicdanı sorgulamak bize mi düşmüş? Evet! Hatta daha da beteri, benim gibiyseniz, hayata vicdan üzerinden bakıyorsanız, ayniyle böyle!

17 Ağustos depreminde yurt dışından bazı çocukların mektuplarının sergilendiğini NTVMSNBC'nin haberinde gördüm. Bu haberi okurken bu ufaklıkların, ardımızda bıraktığımız 10 yılın ardından yaşanan acıları hala hatırlayıp hatırlamadığına takıldı aklım. Sonra kendi salaklığıma gülüp, "Biz çok hatırlıyoruz ya" diye içimden geçirdim. Bok var ya, hatırlamamayı başaranların vicdanı nasıldır diye dalıverdim düşüncelere.

Vicdan bazıları için göğsünde hissettiği bir nefes alış/ nefes veriş durumudur. Fizyolojik etkileri daha da ilerleyebilir. Ben bir keresinde entelektüelitesi ile ortamımızı sarsan, boyunca kitap okumuş bir arkadaşım tersine gelmiş bir durumda karşısına şiddet uyguladığında çok değişik belirtilerine de rast geldim. Nörolojik etkilerini gözlemledim. Demem o ki vicdansız diye adlandırılan şahıslara deneyler uygulayasım gelir. Ardı gelmeyen sorularla onların mantık silsilelerini, düşünüş yordamlarını zorlarım. Bunda olabildiğince nesnelleşip, yalnızca onun gömleğini giymek amacı güderim. Bu deneylerime dayanarak vardığım bir ara sonuç şudur: En kolay karın ağrısı verilebilen kişilerdir vicdansız zannedilenler.

Vicdansızlık unutmak mı, gözardı edebilmek mi? Bu iki tanım zaten örtüşük ve örgülüdür. Gözardı etmeyi öğrenmek, bir erdem olmasa da bir yetenektir. (Evrimsel bakımdan adaptasyondur diyenlere sert çıkarım kötü girişirim.)

Duralım önce bir. Unutmadan dediklerimi, önce vicdanın tanımını yapmalıyım. Buna kabaca tanımı ben olsam şöyle yapardım: İnsanları etik sorular karşısında cevaplara sürükleyen en temel yargıların evrensel ve zamandan bağımsız doğru olduğu iddia edilemediğinden, kurtarıcımız olup bilinci sürükleyen beyinsel bir tür mekanizma. Nedenselliğin davranışlarımıza kesinkes yön verdiği en kuvvetli noktamız. Belki hatırlayamadığımız dönemde beynimizde yer etmiş sinapslar aracılığıyla gerçekleşen reflekslerdir. Otomatik Portakal'da bahsedilen yeniden şartlandırma zaten esas dünyada el değemeyen, bilincin maddeyle kavuştuğu noktaya uygulanır.

Örnek vermek gerekirse, bende bu anneye karşı sorumluluk gibi tezahür eder. Günlük hayatımı öğütme mekanizmam iç barışını yitirir vicdanıma ters gidersem beni dürtmeye başlar. Ama diyorum ya, hırsızlığın kötü olduğuna 'bilimsel kanıt' veya akılcılıkla cevap bulunamaz. Üstelik ben mülkiyeti reddediyorum, buna rağmen hırsızlığa yeltenemiyorum! Etik ve ahlak dinin tekelinde de değil. Nedir bu beni kontrolüne almış düstur! Diyebileceğim tek şey şu: Ben annemden böyle öğrendim sanırım.

Şu hissi bilmeniz gerekir tanımımı anlamak için. Vicdanınıza ters bir duruma zorlandığınızda, göğsünüze vuran bir soluğa doyamayış, belki ilerlerse mide bulantısı. Bu bir iç barışsızlık. Bu iç barışsızlık fizyolojiyle el ele bilişsel süreci bay geçiyor. Doğrudan hayat kalitenize müdahale edip midenizi bulandırarak, resmen silahla tehdit eder gibi sizi boyunduruğuna alıyor. Sözünden çıkamadığımız bu güç tamamen bir biyolojik süreç ürünü. Yanlış anlamayalım vicdan evrilebilir zamanla elbette. İnsan beyninin nedensel olduğuna inanmakla birlikte, kaotik bir "interconnected" ağın, çok değişkenli fonksiyonları tarafından yönetildiğini düşünüyorum. Elbet vicdana geri besleme veren bir mekanizma da vardır. Ama bu mekanizma işte en önemli olandır.

Bu mekanizma insanın kendini değiştirebilmesi dediğimiz bir mekanizmadır. Aptal annelerin, ahmak babarın iyi çocuklar yetiştirdiğini sanarız. Aslında daha genelde o çocuklar kendilerini geliştirmişlerdir. Düşünsel süreçlerinin çıktılarını iyi içselleştirip, geri besleme alarak vicdanlarını şekillendirmeyi başarmışlardır. Şüphesiz bunda toplumun iki yüzlü yapısı da önemlidir, 'Kimse ortak kabul edilen etik değerlerle barışık ve uyumlu yaşamaz ama onları ağızlarından da düşürmez'. Bu çelişkinin farkına varan birey düşünsel olarak vicdan ve pratik davranışının arasındaki makası kapatmak için de bir iç yolculuk yapabilir.

İhmal ve unutma burada devreye girer. Vicdan ile pratiğimizin çelişkilerini maskelemek için korkularımızın, kaygılarımızın, lükse olan düşkünlüğümüzün tuzaklarına kapılıp; yüzeysel bir tutarlılık tutturuveririz. Sebeplerimiz olur hep, hep durum bunları gerektirir. Eğer tam bir ahmaksak bu zaten bize müthiş bir özgüven ve güç sağlar. Ama ahmak olmayan kişi bu çelişkiyi ihmal etmeyi başarırsa ne olur? Vicdanınızla uyumlu olmayan ama düpedüz de midenizi kasmayan bir tutum sergilediğinizde (Burada 'hiç zorlanmadan' emir uygulayan Nazi subaylarını düşünün) bu ufak vicdan kırıntısını ihmal etmeyi başardığımızı varsayalım. Gün geçecektir.

Vicdan bu çelişkiyi kabuğuyla oynanan bir yara gibi özeyecektir ilerde. Bu bir iç barışma sürecidir. Sonuca varması bir ömür bile olsa, ya da sonuca varamasa bile huzursuzluk verecek bir kurcalamadır bu. Vicdansızlıktan bahsedeksek eğer, tam da burada iki noktayı koyup tanımı yapmalıyız. Dönüp dönüp akla dolanan geçmişi ve getirdiği çelişki neticelerini ihmal etmek süreğenleşebiliyorsa, veya tümden unutmayı başarabiliyorsa insan, vicdansızdır. Unutmak daha ahmakça olan taraftır ve daha akılcı olduğunu savunanlarda ihmale evrilir. Vicdanıyla çelişik eylemi ilk ortaya koyuş sürecini atlattıran bahaneleri bir ömür geçerli görebiliyorsa, ihmal kolaydır. Bu bir ömür geçerli bahaneler ise yine bir geri besleme ile psikolojik bir kaçış mekanizması olarak insanı kemikleştirip o temelsiz tutarlılığına hapsedip değişmez kılmayı doğurur. İşte tarihi ve toplumsal olaylara bakışta bir ömür tutarlı olmakla övünme fetişizmi buradan kök bulur.

Öyleyse vicdan iç yolculukta ve değişimde çok önemli bir enstrumandır. Bu yolculuğumuzda vicdanın değişmez olduğu gibi bir kabulden de olabildiğine kaçınmak önemlidir. Sonuca odaksız, süreci olabildiğine değerlendirmektir bu sorgu döngüsü. Tek yapmamız gereken unutmamak, en ufak uyumsuzluk hissini sonradan dönebilmek üzere kenara not edebilmek. Vicdansızlık ise değişmemek, değiştirmemek belki de zaten hiçbir şey değiştirememenin verdiği güçsüzlük hissinden kaçmaktır. Hafızanız kuvvetliyse vicdanla başetmek de zorlaşır ve değişmek istiyorsanız şanslı sayılırsınız.

Bundan sonrası kalmış kendinizi tanımanıza. Çekilen acıları unutabiliyor musunuz? Onlardan soyutlanmayı başarabiliyor musunuz? Acı çeken insanları unutmak için, belki de yaşananları dahil hissettiğiniz grup açısından haklı çıkarmak adına bahaneler bulup bunlara bir ömür inanabiliyor musunuz? Hüküm ve tavır birliği içinde olduğunuz grupların gerçekleştirdiği etik dışı eylemleri görev almış olsanız da olmasanız da, bazı kaygılarla mazur görebiliyor musunuz?

Şuna da bir gözatın derim:"Vicdanım rahat."

2 yorum:

Balık dedi ki...

o entelektüel arkadaş eşeğin sikiyle sarsılıp sarsıyor yanki. sana da öneririm. ciddiyeti ele alırsan eline başka şeyler de vermek isteyenler çıkar. soru sorarlar mesela. biliyorum yani. al bakalım: yazında o kadar cicilik pek bir temel kalmış yine de, asıl tartışman gereken vicdanın hayırlı bir şey olup olmadığı sanki? o kadar da basit bir soru değildir bu yankicim, hele hele zaten cevap verdim deme sakın, vermedin. yüzyüze de sorarım ya, sen yaz gene , sonra lazım olur.

Enkidu dedi ki...

Ben burada o soruya tabi ki cevap vermedim. Burada yazılar birer deneme havasında kalmış olabilir. Yalnız unutma, daha da ötesinde bir blog/bir nevi günlük benim çevreme nasıl baktığımı gösteriyor. Vicdan bir işe yarar mı? Sorusuna benim ne işime yaradığını yazdım derim. Vicdan gerekli midir? Değişmeli mi insan? Ulan niye iyi olalım ki? Uzar gider ama elbette vakti gelince de konuşulur.
Buraya da düşeyim notumu, bir şeyi irdelemem, kendi bakış açımı doğru ve hatta gerekli olarak ortaya sürmem anlamına gelmiyor. Zaten insanlara kendi gözleriyle bakmaya çalıştığımı söyledim. Benim dayanak alacak referansım olmadığından şu doğru şu yanlış demem bile.
Ama doğru demişsin, temel ve basit inceledim: günlük kaygılardaki birçok insan için