25 Ağustos 2009 Salı

Savunma

Geçmişte yazdığım bir yazıyla bilgisayarımda karşılaştım. Yazının bir yerinde belirtmişim, bu yazıyı da herkese okutmaktan çekinmeyeceğimi. Şimdi baktığımda bazı açılardan kaygı verici-hatta kısmen komik bazı açılardan ise dibine kadar ben.

Yazı yakın bir arkadaşımın kendini yeni bir gönül macerasına koşmasının ardından aramızda geçmiş bir tartışmaya ithaf. Ben kendisinin kendini henüz tanımadığını iddia ediyordum. Daha kendisi ile problemlerini çözemediğinden, bu yeni işi de eline yüzüne bulaştıracağından... Çünkü kendisiyle derdi olduğunu, özgüven problemlerinden kurtulamadığını düşünüyordum. Karşısındakinin ne kadar iyi veya ne kadar evlerden-uzak bir tip olduğunun önemi yoktu. Açık olan bir şey vardı. Kişilik ve ego mücadelesinden başka bir şey çıkamazdı ilişki girişiminden.

Aleni bir şekilde bunu ifade etmiştim. Gireceği maceranın anca bir haz ve uyku nöbeti olacağını. Etkisinde kaldığı hormonlarının ve yaşama hırsının gözünü karartacağına dikkat çekmiştim. Bu bir uyku olacaktı. Deli bir şekilde çekildiği insanla aslında kendisini paylaşabileceği kadar bile tanımıyordu kendisini, dibine kadar da kaçıyordu. Çünkü içine baktığında bariz olan korkuları, kaygıları ve yaşanmamışlığın eksiklik hissi idi, öz saygısı veya sevgisi mevcut olmadan başkası ne kadar sevilebilirdi ?

Bu analizimin ardından ise "Her şeyi akıl ve mantıkla açıklamaya çalıştığın için hissedemiyorsun. Azıcık da kendini çekimin akışına bırak." tandansında bir yanıt almıştım, gayet sert ve hayatı benden mi öğreneceği havasında. Ben ise ahmakların sevemeyeceğine, anca debeleceğine inanmışlığımla sevdiğim bir arkadaşım tarafından bu raddede red edilmişliğime karşılik kendimi kendime, azıcık da ona savunmuştum.

Bu 'savunma' yazısı, işte o anın hızlı düşünce akışının, anında harflere aktarılmış halidir. Gün 18.05.2007, saat 02.31. Esasen bir tişörtten başka da bana hatırlatan az şey kalmıştır bu vakayı.

***

Sanki ben hiç istemiyor muyum içimde neler olduğunu bildiğim halde bilmiyormuşçasına kendimi akıntıya bırakmayı? Hiçbir çarem yokmuş gibi de kınanmaktan bıktım sanırım mantıksallaştırma süreçlerinin sonucunda. Gerçek budur insan azıcık dinleyince kendini, buluyor bazı sebepleri. Sebeplerden korkmayı anlayışla karşılayabilirim, ya da başkasına söylemek konusundaki isteksizliği. Ama hırçınlaşmayı kaldıramıyorum işte, hele sevdiğim insanlardan gelince bu vurgunlar. Neden ki? Ufacık bir soru sormuştum. Pek ala bilir insan neyi niçin istediğini! Bu bilgiden kaçmak, dediğin gibi geleceğimde arzuladığım his dünyama kavuşmak için zaruriyse ne yapalım o da olmayıversin artık. Çünkü ben bunu beceremiyorum: içimdeki dinamikleri görüyorum, o makinanın her aksamasındaki arızayı bulamasamda işler vazıyette hangi dişlinin niye ses çıkardığını bulabilirim. Haklılık payları vardır elbet. Bu mekanizmaları – bok varmışçasına- hızlı bir şekilde çözmeyi öğrenmiş olmamdan dolayı içinde bulunduğum anı hissedişim gevşemiş olabilir. Hatta özlediğim his de budur! Bu sarhoşluğu doyasıya yaşamak, ama herhangibir sohbet esnasında bile bu mekanizmayı durdurmaya çalışmak sarhoşluktan evvel ahmaklık getirmez mi? Sorduğum soruların cevabı olduğuna eminim. Doğrusunu, yanlışını katmaksızındır bu tesbit. Ancak insanların bu kaçışlarının onlara mutluluk getiriyor olduğu düşüncesinin bir kırıntısı bile beni en çaresiz durumların içinde hissettiriyor. Carpe diem, oldu hoş anı yaşayalım! Ne güzel oh ne ala, ama kanını bildiğim insanlar “düşümüyorum hissediyorum” derken, onların aslında gayet de durumlarına hakim olduklarına inanıyorum. Olsa olsa bana söylemek istemiyorlar ya da kendi dillerine bile değdirmekten çekiniyorlar bu konuyu. Ama bu noktada benim ayağıma bastıktan sonra lütfen gelip de hayatın anlamını bulmuş derviş ayağıyla bu gönüllü körlüğe geçebildiklerini iddia etmesinler. Sadece kendilerinin inandırıcılığının yok olması veya benim kalbimin kırılmış olması olsa içimi burkan, bunları rahatça içimden atmayı da becerebiliyorum. Daha ileri gidip de beceremediğim bu insanlar tarafından itilmişlik hissini, senelerdir kaçtığım yalnızlığımı yanında unuttuğum kişiler tarafından tekrar karşıma getirilmiş bulmak. Hoş bu kızgınlığın içinde aslan payı şüphesiz benim kendimi asla o mevkiye koyamayışımın getirdiği ego çöküntüsü de olabilir. Tabi C. ne yapar: gün gelir bu yazıları bile herkese okutmaktan çekinmez; tek hatası kendisinin gerçekliği bu kadar hissederken uyuşmayı başaramaması sonucunda herkesi bu başarısızlığın kıyısında kendine dayanak görmesi de olabilir. Ama tekerrürü çok seven tarih bana hediyesini maaşallah tarih bile denemeyecek peryotlarla sunmakta. Düşünmek sorgulamak yüzünden suçlanmamı geçiyorum, kendimi anlatamadığım nokta aslında kendilerinden bile sakladıklarını (sandıklarını) benden de saklamaya çalıştıkları noktadır. Sonrasında içlerinde yuva yapmış olan, -sözde- görmezlikten gelmeyi başardıkları bu ilerlemeleri daha sonra onlara duygusal dalgalanmalar olarak geri döndüğünde tüm sürecin farkına vardırtılan arkadaşlarım durumu kabulleneceklerdir; neden sonra tekrar bunu unutup kendilerini göt pozisyonuna koyan sürecin başında tekrar yer alırken, kendilerine aynı kısır döngüye girdiklerini anımsatan C. her şeyi mantıkla çözmeye çalışmakla suçlanacaktır. Olsundur, ne hoştur, C. bunlara alışıktır. Kim bilir onlar bu uykudan uyanmalarına sebep olacak hiçbir uyarım yaratmayacak bir sürece de –sözde- tercih edilmiş içgörüsüzlükleri ile girişip en sonunda uyuşukluğa kendilerini tamamen teslim ederek mutlu kıvamlarına erişeceklerdir. Benim aradığım mutluluk budur zaten? Daha doğrusu aynı nihayi durum benim mutluluk özlemimle denktir. Daha ileri gidersem bir gün gelir ben de bu uykuya dalmak üzereyken beni uyandırmaya çalışan başka bir arkadaşım bana..

“Nedenleri biliyorsun, bana söylemedin burası tamam. Hatta anlayış gösterip isteklerini de yerine getirmek dost olarak görevimdir. Yalnız lütfen kendinden saklamaya çalıştığın şeye işaret eden beni suçlama! Unutma ki sonunda derin duygusal saplantılarına giden yol, bu görmezden gelme sırasında içine yuvalanan habis duygu tomurcukları (tümor de denebilir) yüzünden seni yaşamından soğutacak duruma ulaştığında; gördüğün halde görmezden gelişin kendinden de nefret etmene varacaktır ve yüce gerçeği -yani kendinin en büyük düşmanının yine sen olduğunu- sana hatırlatmış olmaktan dolayı senin beni üzmen sikimde de değil! Yoksa bunları daha önce konuştuğumuzda benimle aynı fikri paylaşan da sendin. Farkındasın ki ben kendime üzülüyorum! Tabi sana olan sevgim de çözülebilmiş değil, zaten bağlılıkların kökeni ulaşamayacağımız hormonel ve fizyolojik temellere de varacağından aramızdaki sevginin de sebebini aramak nedensizdir. Bu yüzden ben senin yanında mutlu hissettiğim zaman asla sorgulamayı keserek, uyuşarak varmadım bu mutluluğa. Tercihsiz – içgörümün sınırları dışındaki- uyuşukluğum bu saydığım diğer etmenlerle birleşip beni senin yanında mutlu yapıyor. En bayağı insanlık değerlerini paylaştığım herkesi senin kadar sevmiyorsam da sebebi budur! Konumuza dönecek olursak beni gerçek hislere varmamakla suçlarken lütfen bir daha sorgulayışımı öne sürme! Sen nasıl hissediyorsun bilmem ama ben şu anda sorgulayarak da sevebiliyorum. Yalnızlık biterken bir uykuya dalacaksam da emin ol o gün beni bu uykuya çekecek olan cazibe gözümü öylesine almış olacak ki zaten sorgularken teslim olacağım. Diğer türlü olur, uykuya dalmak üzereyken uyanırsam da umarım benim şu an senin yanında olduğum gibi sen de benim yanımda olursun dostum.”

...dediğinde onu anlayacağıma eminim, çünkü içimde öyle bir duyu var ki o seçilmiş uykunun bir gün bir yerde belki de en savunmasız bir zamanda patlak vereceğini söyleyip şimdiye kadar da hep patlak verdiği bilgisiyle harmanlayarak beni bu yoldan alıkoyuyor. (Bu patlak verme mevzusunu önceden konuşmuştuk!) Sende aynı duyuyu göremiyorum ama gördüğüm bir şey varsa senin de benim kadar sorguladığın. Bu beyin durmuyor ne yazık ki sen de biliyorsun. Ve sen benim kadar sorgularken bu duyudan yoksun oluşun bana kendimi yalnız hissettirmesinin yanında senin ilerde çekeceğin acıyı da şimdiden hissetmeme yol açıyor. Ama yine bildiğin bildik dediğin dediktir. Tek bilmen gereken bu gözlemlerin de benim sebebini çözemediğim depresif modlara kaymam da benzersiz bir rolü olduğu. Sana bundan fazla tutunmak da zaten yersiz. Bu yersizliği içimde hissederek bitecek bu gece, bitirirken yazıyı tek dileğim bunca şeyi boşa yazmış olmamdır; yani senin mantığını, sen sorgularken kör eden gerçek uykuyla karşı karşıya olduğuna inanmak istiyorum. Böyle olsun ki ben de bu gece işgüzarlık yapmış ama gereksiz hamlesi –allahtan- sonuç vermemiş olduğuna, her tarafın zararsız çıktığına inanarak uyuyabileyim.

***

3 yorum:

hobilik dedi ki...

Yaklaşık iki buçuk seneden sonra okuyunca bunları yine, şimdi diyorum ki "this is fear speaking"

Haksız mısın sanki? Bence değilsin. Senin daha önceki periyotlarda kaybettiklerini o zaman da bugün de bilmeden yine diyorum; haksız değilsin. Fakat,

O zamanlar aslında çok da rahat yapıp belki bir nebze hissettiğin korkuyu giderecek açıklamayı yapamayacak kadar enerji yoksunu-uyuşuk-hastalıklı olmaya bağlıyorum beceriksizliğimi ve o korkuyu gideremeyişimi.

Keh keh. Bırak düşünme, yaşamayı dene zımbırtısı de ne âlâ değil mi. "Mutlu bir domuz olmaktansa mutsuz bir Sokrates olmayı tercih etmek" gibi bir durum olmasa da ortada yine de şu anki didikleyen hâlimi yepete'lere yeğ tutarım. Bugün yine didiklemeyi bırakmadan yepetelere dalmak gibi bir ümidim var, umarım bu beceriyi henüz yitirmemişimdir diye. Dekadans ne güzel şey değil mi, nerden nereye... Ama yine de iki satır yukarda yazdıklarımı iki sene önce ehliyetsiz bir adamın eline verirsen, yine toslardı, yine toslardı.

Hülasa, sen o keywordleri de çok anma her yerde, zira insan utanan bir varlıktır.

Balık dedi ki...

yahu tutamıyorum kendimi:
herkes aranızdaki sevginin hormonel ve fizyolojik temellere dayanmamasını temenni ediyor. doğal süveter falan, çirkin.

Enkidu dedi ki...

Balık mısın balıkçıl mısın? Oğlum sen babanı kılsız cillop gibi teni kiraz dudakları için seviyorsun sanırım. Hepiniz iğrençsiniz ayrıca laflar da hazırladım!